RÖPORTAJLAR

Babıâli’nin ‘Görünmeyen Eli’ Orhan Önal

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sıcak yaz günleri, fakat ara sıra felaket yağmurların indiği, sokakların göle döndüğü günler. Orhan ağabeyi arayıp ziyaret etmek istediğimi söylediğimde “Hava sıcak, bizim eve yakın Kamerye diye güzel bir yer var, orada buluşalım, gölge ve serin” dedi.  Ertesi sabah Feneryolu’ndaki buluşma yerine gittiğimde, Orhan ağabey çoktan gelmişti. Sarmaşıklar, yeşillikler, çiçekler içinde hoş bir mekân. Çaylar gelip gidiyor Orhan ağabey anlatıyor. Ara sıra video çekiyorum, not alıyorum. 1930 İstanbul doğumlu. Pertevniyal Lisesi’nden mezun. Çocukluk yılları Aksaray, Beyazıt, Kumkapı, Çarşıkapı ekseninde geçmiş. Benim de çocukluğum bu semtlerde geçmişti. Dar sokaklara sıralanmış ahşap konaklar arasında sırtaran tek tük küçük apartmanlar.        

Orhan ağabey gülerek anlatıyor “Sokakta taş oynuyoruz. Yassı bir taşı, diğer oyuncunun taşını hedef alarak atıyoruz ve her atışta oyuna başladığımız yerden uzaklaşıyoruz. Çocukluk işte, kendimizi öyle kaptırmışız ki, farkında olmadan Gedikpaşa’dan Kumkapı’ya kadar gitmişiz”.         

Kadıköy’e taşınmadan önce uzun bir süre Etiler’de yaşamış. Oturduğu apartmanın karşısında Demirel’in evi varmış. Hiç karşılaştınız mı, sorusuna “Gelip gittiği zaman görürdük, ama yanına yaklaşmak zordu, korumalar kadar, kalabalık yol arkadaşları da buna engeldi” diyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

       

Çalışmadığı gazete, dergi, yayınevi var mı acaba?       

Hisar edebiyat dergisinde öykü yayınlayarak başlamış Babıâli serüveni. Öyküleri, Ulus gazetesi kapandıktan sonra çıkan Halkçı gazetesinde, ilk karikatürleri ise Son Saat ve Akbaba’da yayınlanmış. Dolmuş, Pardon, Milliyet, Milliyet Çocuk, Yeni İstanbul, Günaydın, Takvim, Posta, İstanbul Ekspres, Cumhuriyet, Ceylan Yayınları ve en son Radikal…         

Ceylan Yayınları denince aklıma Teksas, Tommiks, Kinova, Teks gibi çizgi romanlar gelir. O çizgi romanların konuşma balonlarını Orhan ağabey yazmış yıllarca. Gülümseyerek, bu balon yazma işini Cumhuriyet gazetesindeyken, Ressam Agop Arad’ın başına sardığını söylüyor ve “1960’ların ortaları, gazetede çalışıyoruz, Agop Arad feveran ediyor, bunları masama kim koydu, benim gözlerim bu ince şeyleri görmez ki diye. Nedir diye yanına gittim, gazetede yayınlanan çizgi roman bantlarının (Dişi Bond, Tifanny, Garth vs) yazısı yazılacakmış. Ben yazarım dedim, birkaç denemeden sonra iş üstüme kaldı” diye bağlıyor sözlerini. Sonra Ali Acar’ın tavsiyesiyle, Ceylan Yayınlarında çıkan çizgi romanların balonlarını yazar. “Bedri Koraman’ın Milliyet’teki karikatürlerinin, Pazar günleri çıkan tam sayfa, yarım sayfa haftalıkların yazılarını ben yazdım. Fotoromanların bile balonlarını yazdım” diyor.      

Karikatürcüler Derneği’nin kurucularından. Kuruluş aşamasında ve bütün etkinliklerde yer alan en kıdemli üyelerden birisi.         

Milliyet’te çalışırken bir öğle yemeği sonrası Tarık Dursun K. ile Nuruosamaniye Caddesine voltaya çıkarlar. Uzaktan heybetli görüntüsüyle Yaşar Kemal gelmektedir. Tarık Dursun şaka yapmayı seven bir insandır. Yaşar Kemal’i görünce Orhan ağabeye, bak şimdi ne yapacağım der. Karşı karşıya geldiklerinde, Yaşar Kemal’e ‘Bak sana ünlü bir yazarı tanıştıracağım!’ der. Yaşar Kemal biraz şaşırmış, bakıyor, kim bu adam diye. Tarık Dursun takdim eder: Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük balon yazarı… Yaşar Kemal şaşkınlığını atınca basar kahkahayı.        

Aslında, Orhan Önal yıllarca Babıâli’nin görünmeyen eli olmuştur. Okur olarak kimin elinden çıktığını bilmediğimiz konuşma balonlarına, çizgiyle uyum sağlayan kaligrafisiyle estetik katmıştır. Yazar Necati Güngör’ün yorumuyla Yeşilçam filmlerinin başrol oyuncularına yıllarca dublaj yapan Abdurrahman Palay ve Adalet Cimcoz gibi, o da çizgi romanların sesi olmuştur.      

Biz onu spor karikatürleriyle tanıdık. Spor karikatürleriyle pek çok başarı ödülü kazandı. Aslında o, hayatın içinde her an yaşadığımız olayları çizdi. Demokrat Parti’nin iktidar yıllarında, İstanbul Ekspres’de siyasi karikatürler çizdiği günleri anlatırken, “O zamanlar insanı içeri atarlardı, hükümete yönelik sert bir çizimi, başımız belaya girer diyerek yayınlamazlardı. Ama gazetelerde, dergilerde yine de karikatürler vardı” diyor.      

Günlük karikatürlerinde, güncel siyasetin gerilimini düşüren, sıradan insanın günlük iç dünyasındaki çekişmeler üzerinden sade, neşeli, eğlenceli bir mizah anlayışı göze çarpar. Çizgiyle komedi yapar adeta…         

Milliyet Çocuk’ta Bıdık Ali, Günaydın’da ise Zeynep adlı bir bant yayınladı. Balon yazıcılığının, karikatürcülüğün önüne geçtiğini söylüyor, bun pek memnun olmasa da, yıllarca bu işten para kazanmış olduğunu anlatırken gülümsüyor.  Zaten yüzündeki gülümseme hiç eksik olmaz.
   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     

 

Gazete ve dergilerde hayatın zorlaştığı anlar vardır. Son dakika değişiklikleri, son dakikada gelen işler. Gece yarılarına kadar çalışmak, bazen uykudan uyandırılmak, bütün bunlar okura doğru ve dürüst bir gazete sunmak içindir. Az mı gece yarıları evden gazeteye gitmedik diyor.         

Bir karikatürü var; ben çok seviyordum, meğer Orhan ağabey de çok severmiş. Akbaba’ya karikatür verdiği günlerde Sirkeci Tren Garının önünden geçerken kara çarşaflı bir kadın ve yanında kovboy giysileri içinde bir çocuk görür. Bu görüntü çok hoşuna gider. Dergiye gitmeden önce oturur çizer. O günlerde, Akbaba dergisinde karikatür seçme görevini Nehar Tüblek üstlenmiştir. Orhan ağabeyi karşısındaki sandalyeye oturtur, büyük bir ciddiyetle karikatürlere bakmaktadır. Bir, iki, üç derken o karikatürü görünce yüzü değişir, dudaklarında gülümseme, gözleri takdirle parlar, kendine özgü Rumeli vurgusuyla “İşte karikatüüür, işte karikatür buuuu” diye bağırır. Orhan ağabey sanki o anı yeniden yaşıyor gibiydi. (26 Temmuz 2017, Feneryolu).